ÜRETEN SUSARSA
ÜRETEN SUSARSA…
Hiç şüphesiz reklâmcılık sektörü bambaşka bir iş kolu…
Bazen bir ifade, bir kelime, belki bir tavır, kitleleri bir anda etki alanına alabiliyor.
Bildiğim kadarıyla bu sektörde çalışanlar, bir ürünü en etkili ifade edebilme yollarını ararken saatlerce kafa patlatıyorlar.
Sonuçta tuhaf bir çalışma…
Tuhaflığı şundan: Kısa zamanda çok şeyi, en etkili biçimde anlatmak…
O nedenle bazı durumlarda abuk sabuk şeyler ortaya çıkabiliyor. Ve bunun etkili olabileceği düşüncesine varılabiliyor. Oysa izleyeni veya dinleyeni yorduklarını ve karmaşıklığa neden olduklarını çok sonraları anlıyorlar. Onca harcanan zaman, emek ve para da ziyan oluyor tabi...
Öte yandan anlatımı yokuşa sürerek, dolambaçlı yollardan üreticiye ulaşmak yerine, basit yolları deneyenler reklâmcılıkta daha başarılı oluyorlar.
Son günlerde ekranlarda sıkça gördüğüm bir reklâm, özellikle dikkatimi çekiyor.
Bizim “sıradan” diye algılayabileceğimiz tek bir cümleyle, aslında ne çok şey anlatabilmişler?
Söz konusu reklâmı her izlediğimde “İşte; reklâm budur.” demekten kendimi alamıyorum.
Bir banka için hazırlanan reklâm, ekrana sessizce geliveriyor. Müzik yok, konuşma yok…
Çalışmayan bir üretici görüntüsüyle birlikte şu cümle ekrana geliyor: “Üreten susarsa, Türkiye susar.”
İfade çok basit… Hacim itibariyle de çok küçük bir cümle…
Ancak bu kadar küçültülmüş ve basite indirgenmiş ifadenin içeriğinde öyle anlamlar yüklü ki…
En sıradan insandan bile bu cümle üzerinden saatlerce nutuk dinleyebilirsiniz.
Sırf bu ifadeden yola çıkarak benim yazdığımın birkaç misli köşe yazısı yazabilirsiniz.
“Üreten susarsa, Türkiye susar.” Var mı daha ötesi?
Son yıllarda bundan daha güzel, beyni “mıncıklayan” bir başka cümle duydunuz mu?
Aklınıza gelebilecek her türlü sorunumuzun altında bu ifadenin anlatmaya çalıştığı gerçeklik yatmıyor mu?
Bir başka deyişle söz konusu anlatım, dört kelimelik bir cümleyle koca bir ülkeyi sarıp sarmalamıyor mu?
İşte reklâmın gücü…
Elbette her reklâm veya her slogan insan zekâsının bir ürünü…
Zekâyı işin içine kattığınızda karşılığını bulmanız kaçınılmaz.
Toplum arasında bazı haller için “Reklâmın kötüsü olmaz.” denir.
Bazı durumlarda da Yahudi’nin 4 kuruşu varsa, 3 kuruşunu reklâma harcadığı söylenir.
Bütün bunların farkında olmamıza rağmen acaba gereğini yapıyor muyuz?
Elbette kuşkuluyum.
Fatsa’da bile basında reklâm işleriyle ilgilenen arkadaşlarımızın yaşadığı garip bir sarmal vardır.
Bu arkadaşlar reklâm için görüşmeye gittiklerinde şu cümleyle karşılaşırlar: “İşler bozuk… Belki daha sonra…”
Bir ticaret erbabının işleri iyiyse niye reklâm versin ki?
Reklâm; “İşler daha iyi olsun” beklentisiyle yapılan bir şey değil midir?
Öyleyse buna benzer yaklaşımların mantığını nasıl çözmeliyiz?
Öbür taraftan halk olarak reklâmla ayakta durmaya çalışan basın yayın organlarından sürekli şikâyet ederiz.
Şikâyet de şu: “Basın, sorunlarımızı yeterince gündeme taşımıyor.”
O zaman açık konuşmakta yarar var. Ben atalarımızın yalancısıyım: “Kör Allah’a nasıl bakarsa, Allah da köre öyle bakarmış.”
Zaten ne demiştik? Üreten susarsa…(?)
HOŞÇAKALIN.