BORU DEĞİL BOR
BORU DEĞİL BOR
Yeryüzünün en verimli topraklarına sahip olan Anadolu, aç kurtların ve leş kargalarının menzilinden bir türlü kurtulamadı. Yer üstü ve yer altı kaynaklarımız nedeniyle "tek dişi kalmış canavarların" yıllardır başımıza ördüğü çoraplardan kendimize gelemiyoruz. Şöyle bir başımızı çıkarıp dik durmayı başarabilsek, belki de birçok sorunun üstesinden gelebileceğiz.
Zaman zaman açıklanan ihracat rakamları, bu ülkede yaşayan hiç bir vatandaşa inandırıcı gelmiyor. Zira bir şekilde borçlandırılmış ve zora sokulmuş bir vatandaş için kağıt üzerindeki rakamların ne anlamı olabilir ki?
El insaf..! Bir ülke düşünün ki; yetmişli yılların ikinci yarısında başlayan terör hadiseleriyle birlikte 12 Eylül'ü yaşamak zorunda kalıyor. Güya "tam huzura kavuştuk" derken, bu kez de Güneydoğumuzda başlayan terör olaylarıyla karşılaşıyoruz. 1975 yılından başlarsanız bu ülke tam 35 yıldır acı çekiyor ve kan kaybediyor.
Hangi uygar ülkede, adeta savaş diyebileceğimiz terör olayları bu kadar uzun sürüyor? İşin kötüsü daha ne kadar süreceği de belli değil...
İnsan hayatında çok uzun bir yer tutan bunca zaman içinde, Türkiye'nin maddi ve manevi kayıplarını düşünebiliyor musunuz?
Dünyadaki akbabaların iştahını kabartacak düzeyde yeraltı kaynaklarına sahibiz. Ama gelin görün ki; bu güne kadar hiç birine elimizi süremedik.
Bunlardan en önemlisi hiç şüphesiz bor madenimizdir. Yakın gelecekte hemen her alanda kullanılabilecek çok değerli bir maden olduğunu artık sağır sultan bile duymuştur. Bazı kaynaklara göre bir trilyon, bazılarına göreyse iki trilyon Dolar bor rezervine sahip olduğumuzu sokaktaki vatandaş bile öğrenmiştir.
Bu durum; beş-altı yüz milyar Dolar borcu olan Türkiye'nin şaha kalkması demektir.
Şu bilgiye ne dersiniz?
Bir kg bor madeninin fiyatı 200 TL... Ve bir otmobil, bir kg borla satte 100 Km hız yapmak suretiyle tam 19.000 Km yol yapabiliyor. 19 değil, 19.000 Km... Ve bu gün araba motorunu borla çalıştırabilmek için patentli 600 adet proje bulunuyor.
Bor madeninin sayısız yararlarından sadece biridir bu... Ve Türkiye; yeryüzündeki bor rezervinin yüzde yetmiş üçüne sahip...
Galiba buradan bile, Türkiye'nin niçin yıllardır başını kaldırıp kendine gelemediğini, getirilmediğini anlamak mümkün...
Batılı; şu dönemde bor madenini kötülemeye çalışıyor. Bu amaçla borun kansere yol açtığını söylüyor. Oysa bor, kanser tedavisinde de kullanılabiliyor.
Bilmiyorum; başka söze gerek var mı?
Diğer madenlerimizden ve yer üstü zenginliklerimizden söz etme gereği dahi duymuyorum.
Ama lüzumunu hissettiğim bir şey var tabi... Bana göre eli kalem tutan, ağzının içinde dili olan her Türk vatandaşı, gücü oranında bu konuyu gündemde tutmaya çalışmalıdır.
Şimdiye kadar çok uyuduk çünkü... Şimdiye kadar birbirimizi boş yere çok gırtlakladık çünkü...
Şurası çok açık: Elin oğlu bizi birbirimize düşürürken altımızdaki halıyı çekmeye çalışıyor. Çok ağır olacak belki ama bir zamanlar Afrika'daki ilkel kabilelere uyguladıkları yöntemleri, bizim üzerimizde de denemeye çalışıyorlar.
Ağzımıza konulan AB sakızına dikkatinizi çekmek isterim. AB'ye girsek ne olur, girmesek ne olur? Kendi ülkemizde onca yapılacak iş varken, salt işsizlerimize iş bulmak veya AB standartlarıyla daha da gelişmek amacıyla batıya yönelmek bana abes geliyor.
Kaldı ki; birçok uzman, batı uygarlığının yakın gelecekte çöküşe geçeceğini belirten görüşlere yer veriyor.
Türkiye neredeyse elli yıldır AB konusunda "aldık, alıyoruz, alacağız" masalıyla uyutulmakta ve bir akıl tutulması hali yaşamaktadır. Lütfen bunu görelim artık...
Zaten AB'ye alınmayacağız ve alınsak bile bunun bir hayırını göremeyeceğiz.
Türkiye başını sadece batıya değil, dünyanın her yerine eşit mesafede çevirebilmelidir.
En önemlisi de kendi özüne dönebilmeli ve zengin potansiyelini harekete geçirebilmelidir.
Bazı entelektüel çevrelerde "muhafazakarlık" gericilikle eş anlamlı yorumlanıyor. Eğer ülke kaynaklarını muhafaza etmeye çalışmak gericilikse, derhal "gerici" olmalıyız.
HOŞÇAKALIN