TAM BAĞIMSIZLIK
Bağımsızlığını yitirmektense ölüme karar vermiş bir ulus’ tu yeni Türkiye Cumhuriyeti yabancıların gözünde. Ulusal bağımsızlık mücadelesinden galip çıkmış ve bu uğurda nice insanını kaybetmiş bir milletti. Uzaktan izlenen, temkinli adımlarla yaklaşılan ve saygıyı her davranışında hak eden bir ulustu.
Atatürk Fransız gazeteci Pernot’a ‘ Yabancılar ülkemize gelsinler, bağımsızlığımıza engel olmamak şartıyla burada hep iyi kabul göreceklerdir. Ama eğer yabancı düşmanlığı çok pahalıya elde ettiğimiz bağımsızlığımıza zarar verecek her şeyden nefret etiğimiz anlamına geliyorsa evet bizim yabancı düşmanı olduğumuz söylenebilir. Eğer aşırı kuşkucu davranıyorsak bu bize çok pahalıya mal olan bağımsızlığımızı yitirme korkusundandır. Bağımsızlığımızın küçük bir bölümünü sakatlamaktansa hepsini gözden çıkarmayı tercih ederiz.’ Demiştir.
Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti kendine güvenli, ödediği bedelin farkında olan ve geleceğe kendi gücüyle güvenle bakan bir cumhuriyetti. Tüm gücünü ulusundan alıyor, dayanağını kendi topraklarında ve ulusunun sarsılmaz iradesinde buluyordu. Başka milletleri kendi bağımsızlığına zarar vermediği ölçüde dost kabul ediyor, onlarla işbirliğine de sıcak bakıyordu. Başka uluslarla barış içinde olmanın önemini ve gereğini biliyordu. Uzun yıllar süren bağımsızlık mücadelesinde kaybedilen evlatlarının hatırası ve onların kalplerindeki inanç onun en büyük klavuzuydu. Bedeli büyük olan bu bağımsızlığın hiçbir şekilde kaybına izin verilemezdi.
Tam bağımsızlık ve güvenle yola çıkan Türk ulusuna diğer milletler de büyük saygı duyuyordu. Kararlı adımlarını, hızla ilerleyişini takdir ediyor; ekonomisini, sanayisini, eğitimini gittikçe daha da ilerilere götüren ve kısa sürede büyük yollar kaydeden bu ülke ile dost olmak ve işbirliği yapmak istiyorlardı. Genç Türkiye bir yandan savaşın yorgun izlerini siliyor, bir yandan borçlarını ödüyor, bir yandan devrimlerin ışığında çağdaş bir ülke oluyordu. Kadını, erkeği hep birlikte ortak bir amaç için, büyük bir ideal için birlikte hareket ediyordu. Halk yoksulluk çekiyor, kendi içinde sancılar yaşıyor, fakat bağımsızlığı her şeyin üstünde tutuyordu. Yönetenler yeni bir düzeni oluştururken, tepkilerle ve karşıt görüşlerle de mücadele ediyor ve devrimi korumak adına istenmeyen müdahaleler de olabiliyordu. Fakat Cumhuriyetin kendi ayakları üzerinde durabilmesi ve kendini daha ilerilere güvenle taşıyabilmesi için yeni bedeller ödemek gerekiyordu.
Ülke kısa sürede çok büyük mesafeler katetti. Tam bağımsızlığın temeli olan bağımsız bir ekonominin temeli atıldı. Demiryolları gelişti, yeni alfabe ile eğitim seferberliği başladı, kadınlar toplumda söz sahibi olmaya başladı, sanatta, bilimde gelişmeler yaşandı ve doğunun ve batının hayranlıkla izlediği bir ülke haline gelindi. Hiçbir ülke Genç cumhuriyetin içişlerine karışmayı, onu yönlendirmeyi artık düşünmedi…
…..Ve 86. yılında Cumhuriyetin, Avrupa birliğine girebilmek için adeta yalvardığımız, onların almamak için binbir bahaneyle bizlere binbir reçete verdiği, İMF politikalarıyla, büyük sermayenin direktifleriyle ve kapanmayan borç açığıyla ekonomik bağımsızlığın sıfırlandığı, tarımda, sanayide ulusal üretimin yok edildiği, sürekli yapay gündemlerin oluşturulup, halkın asıl gerçeklerden uzaklaştırıldığı, ülke içinde halkın birbirine güvenmediği, yasama, yürütme ve yargıda güvenin zedelendiği, kurumların birbirini yıpratmaktan başka işinin kalmadığı, giyimde kuşamda, kültürel gelişmelerde gitgide geriye gidildiği, kadınların Arap ülkelerinden bile daha da gerilere gitmek için yarıştığı, teknoloji ve bilimin göz ardı edildiği ve umutlarını kaos ve kargaşaya bırakmış bir toplum oluverdik….