DEPREMDE 10. YIL
17 Ağustos depreminin 10. yılında depremzedeler için yapılan konutların kamuda çalışanlara lojman olarak tahsis edilmesi ortalığı karıştırdı. En az 80 konutun lojman olarak kullanılmaya başlandığı görülüyor. İki gün önce gazetede çıkan bir haber, ‘lojmanda oturmaya başlayan Milli Eğitim Müdürünün depremzedelerin tepkisini çektiğini’ yazıyordu. Ayrıca vali yardımcısına tahsis edilen lojmana gelen eşyaların da içeri alınmadığı, yük kamyonunun önünde barikat oluşturulduğu ve çevik kuvvet ekipleriyle durumun sakinleştirildiği yazıyordu.
Günlerce televizyonda bu konutlarla ilgili yayınlar yapıldı, depremzedeler kameralar önünde tepkilerini dile getirdi, hatta bayılanlar, kriz geçirenler oldu. Herkes bunun büyük bir haksızlık olduğunu, yapılmaması gerektiğini savundu, fakat değişen hiçbirşey olmadı. Irak’ın eski lideri Saddam Hüseyin’in depremzedelere gönderdiği parayla onlar için yapılan konutlar kamu çalışanları için lojman olarak kullanılmaya devam etti. Lojmanları kullananlar ve devlet tepkilere karşı duvar oldu. Ülkemizde büyük can kaybının gerçekleştiği bir depremin 10. yılında depremzedelerin geldiği durum buydu. Bir başka olası bir deprem için hiçbir önlem almayan ülke yetkilileri, depremzedelere yapılan yardımları da ellerinden alma yoluna gitti.
10 yıldır deprem
söylentileriyle çalkalanan İstanbul’da da ne doğru dürüst güçlendirme çalışmaları yapıldı ne de bilinçlendirme. Olursa olur, gelirse gelir mantığı ile herkes hayatına aynen devam etti. Çarpık yapılaşmanın had safhada olduğu ve ülke ekonomisinin çok büyük bir kısmını elinde bulunduran, nüfusu en kalabalık ilimiz İstanbul kendi kaderine terk edildi. Devlet yetkilileri de aldıkları önlemlerle gündeme gelmek yerine, deprem konutlarını kamu çalışanlarına tahsis ederek gündeme oturmayı başardılar. Bu konuda bilimsel çalışmalar yapan bilim adamlarının görüşleri hiç dikkate alınmadı.
Yetkililerin dikkate almadığı tek konu bu değil tabi ki. İnsan hayatını ilgilendiren birçok konuda bilimsel görüşlerin ve insanların tepkilerinin dikkate alınmadığına bizzat tanık oluyoruz her gün yaşadığımız olaylarda. Yerel yönetimlerden genel yönetimlere uzanan süreçte, kulağını tüm tepkilere ve eleştirilere tıkama politikası uygulanıyor ülkemizde. Nükleer santral ihalelerinden tutun da, adil yargılanma süreçlerine kadar uzanan geniş bir yelpazede bildiğini okuma süreci işliyor. Gazetelerde Nükleer santral ihalesiyle ilgili demeçler veren Enerji Bakanı, santralin sadece ihale yönüyle ilgilenip, tehlike boyutuyla ve halkın bu santralleri istememe boyutuyla hiç ilgilenmiyor. Tarihi eserlerin ve medeniyetlerin sular altında kalması pahasına yapılacak olan barajların durdurulması bir türlü gündeme gelmiyor. Yeşil alanları ve insan sağlığını fütursuzca yok eden maden arama çalışmaları da aynı hızla devam ediyor.
Haftalardır bu köşede yazdığımız ve bir türlü hiçbir açıklama gelmeyen ve herhangi bir adım atılmayan Dolunay ve Fakülte kavşakları da aynı kulağını tıkama politikasından nasibini almış durumda. Kimseden ses çıkmıyor. Kimse önemsemiyor varolan tehlikeyi. Gazetede önceki hafta yazdığım kavga olayının üzerinden bir hafta geçmeden yeni kavgalara sahne olan kavşaklar bu gidişle daha çok insana zarar vereceğe benziyor. En basitinden fakülte kavşağında, belediyenin dikmiş olduğu ağaçların dahi sökülmediğini görüyoruz bunca eleştiriye rağmen. Her gün yüzlerce aracın dönüşünü engelleyen bu ağaçlar orada durmaya devam ediyor.
Gördüğümüz üzere, tüm yönetim birimleri duymamaya ve görmemeye devam ediyor ve kendi bildiği yoldan ilerliyor. Sonuç nereye gider, kim zarar görür bu da zarar göreni bağlıyor.
Bugün Ramazanın ilk günü, Ramazan ayının herkese güzel ve huzurlu günler getirmesini temenni ederim. Dostluk, barış ve sevgi olsun herkesin yüreğinde. Tüm zorluklara dayanma ve zorlukları aşma gücü olsun.