Ey! Hoşgörü Medeniyetinin Mirasçıları!
Daha önce medeniyet hakkında bazı saptamalarımız olmuştu. Dünya tarihinde, bilinen veya bilinmeyen bir çok farklı medeniyet, kendi temelleri üzerinde inşa olunmuştur. Bunlar arasındaki farklılıkların, bırakın anlaşılması, algılanması dahi şaşırtıcı derecede güçtür. Örneğin Hindistan, global dünyaya entegrasyonu gerçekleşmiş, modern dünyanın önemli bir parçası haline gelmiş olsa da, bizler Hint medeniyetini algılamakta güçlük çekeriz. Hint toplumu, istediğimiz kadar okuyalım, araştıralım, binlerce girift-mistik sembolle, günümüz insanı için hep gizemini korur.
Türkiye, günümüzde bir medeniyetler karışmasını barındırmıyor. Ancak tarihteki Anadolu medeniyetleri, günümüzün egemen batı medeniyetinin temellerini barındırır. Bugünkü Türk Milleti, özünde Asya’dan taşıdığı step toplumlarına özgü karakterle birlikte İslam Kültürü’nün yapı taşlarını da içermektedir. Ancak her şeyden öte, Türkiye, Osmanlı Devleti’nin devamı oluşuyla, batı medeniyetinin de önemli bir parçasıdır.
Osmanlı, kuruluşuna ve gelişmesine, Balkan topraklarındaki fetihlerle başlamış, bölgedeki zulüm kültürünü, eşsiz bir Türk-İslam senteziyle yıkmıştır. Bu nedenledir ki, bölgedeki Ortodoks Hıristiyanlar, Osmanlı’ya memnuniyetle tabi olmuş, böylece Osmanlı’yı güçlü kılmışlardır. Bir başka deyişle, Osmanlı kimliği, gönüllerin fethiyle başlamıştır.
Avrupa’nın Osmanlı’yı tehdit olarak algılamasının temelleri, bu hoşgörü medeniyetine dayanmaktadır. Aydınlanma çağına dek, Avrupa’yı Avrupa yapacak tek ortak değer Osmanlı düşmanlığı oldu. Bu döneme dek, Batıyı meşru bir zeminde güçlü kılmaya yetecek bir Osmanlı antitezi ortaya çıkmamıştır. Bundan sonra ortaya çıkan anti tez ise Türk-İslam sentezinde ne varsa zıddını yaratmıştır.
Batı, aydınlanma ile birlikte, özgür bireylerin dünya üzerinde istediklerini elde edebilecekleri fikriyle birlikte haşin bir keşif maratonuna çıktı. Bu maratonun sonunda nasyonalizm akımlarıyla meşrulaştırılan bir kargaşa düzeni ortaya çıktı. Batılılar bu kargaşayı tüm dünyaya karşı bir silah olarak kullandılar. Türk-İslam sentezi, Anadolu’da yaşayan 1001 millet kardeştir savıyla huzur temelleri inşa ederken, fetih kültürünü bir medeniyet paylaşımıyla kutsal sayarken; batı gittiği topraklarda ne yağmalayacağının hesabını yapıyordu.
***
Bugün, dünya global bir modern kültürün etkisi altındadır. Modern kültür, özünde hiçbir hoşgörü ya da paylaşım barındırmayan, şiddet ve yağmacılığın meşrulaştığı bir zemine bina olunmuştur. Modern insan, öncelikle kendisine karşı vicdani sorunlar yaşar. Bir ömür yaşadığı bu dünyada kendisini doyurmakta hem manevi hem de maddi açından aciz kalır. Çevresine karşı da vicdani sorunları yenecek bir gücü, bir dayanağı yoktur. Bosna’da, Kafkaslar’da, Filistin’de, Irak’ta, Afganistan’da, Doğu Türkistan’da yaşanan insanlık dramlarını TV’de reality show izler gibi izler, vicdanı zırlar, ancak elinden bir şey gelmez. Yalnızca vicdanını bastırmak için kanalı değiştirir... İnsanların kendini küçük düşürmek için yarıştığı TV show’larını izler, unutur. Modern insan, kendi varoluşunu görmezden gelmeye koşullanmıştır.
En büyük medeniyetlerin beşiği olan Anadolu, bugün modern kültürün en canlı test düzeneği halindedir. Ne yazık ki global bir yerleşmişliği olan bu kültürün henüz bir antitezi de doğmamıştır. Artık modern dünya, inkar edebileceğimiz ya da kaçabileceğimiz bir yer değildir.
Modern dünyayı bu topraklara biz buyur ettik. Avrupa acımasızca güç kazanırken, bizim aydınlarımız, bizim devlet adamlarımız kendi köklerini unuttu. 18.yy sonrası, koskoca Osmanlı’nın bu yükselen güç karşısında aciz kalması, aydınlarımızı batı hayranı kıldı. Avrupa’nın Decartes’leri, Moore’ları, Engels’leri, Locke’ları, Humme’leri, Marx’ları, Hegel’leri, Kant’ları, Keynes’leri çalışırken, bizim aydınımız uyudu. Bu millete, bu güzel kültüre, bir dayanak noktası, bir karşıt düşünce bırakmadılar. Bıraktıkları yalnızca bir aczi kabul olmuştur.
***
Sırf bu yüzden, batı, demokrasi adına doğuya zulmederken biz sesimizi bile çıkaramıyoruz. “Yapmayın!” diyebiliyoruz belki; ama sonrasında bir “çünkü...”müz yok.
Irak’ı istila etmeyin; çünkü biz orada barışı tahsis etmiştik, siz girip kültürleri orada çatıştırana dek... Diyemiyoruz.
Filistin’i katletmeyin; çünkü biz orada dinleri kardeş kıldık, siz girip dinleri çatıştırana dek... Diyemiyoruz.
Bosna’da soykırıma göz yummayın; çünkü biz orada yüzlerce yıl Sırp’larla Boşnak’ları huzur içinde yönettik... Diyemiyoruz.
Bizim işimize karışmayın, biz burada yüzlerce yıldır Kürt’lerle, Ermeni’lerle, Rum’larla kardeşiz; birlikte bir sanatımız var, birlikte bir mimarimiz var... Onlar bizsiz, biz onlarsız olmayız... Diyemiyoruz.
Hani Rum’lar nerde? Rum’lar Yunan mıydı? Hayır! Koskoca Roma İmparatorluğu’nun torunlarını aldınız Yunan yaptınız. Kafatasçı, faşizan nasyonalizm tohumları ekiyorsunuz toplumlara. Sonra dönüp demokrasi tokadı vuruyorsunuz.
***
Medeniyetleri algılamanın güçlüğünden bahsettik. Bugün dönüp Osmanlı Medeniyeti’ni bile anlamakta güçlük çekiyoruz. Modernite, yağmacı, istilacı ve yıkıcı gücüyle öyle bir tahrip etti ki varlığımızı, bugünün kuralları dışında kuralların varlığını dahi algılayamıyoruz.
Geçen yazımda, Türk kavramının milli değil, siyasi bir kavram oluşundan bahsetmiştim. Bugün bunu anlamak güç; ancak basitçe şu örnekle özetleyebiliriz. Asya’da kurulan Türk Devletleri, bundan 1000 yıl önce, onlarca kavmi siyasi birlik altında toplamıştır. Bunların içinde Moğol, Hint ve Çin milletleri de vardır. Bu devletler asla faşizan bir milli ideolojiye sahip olmamıştır. Böyle ideolojiler, aydınlanma çağına dek hiçbir zeminde meşrulaşmamıştır. Selçuklu da, Osmanlı da kafatasçı bir nasyonalist anlayış barındırmamıştır. Türklük hep bir siyasi kimlik olagelmiştir. Modern Türkiye’de de bu böyledir.
***
Bugün, Doğu Türkistan’da (Sincan) Uygur Türk’lerine yapılan zulüm içler acısı. Göktürk Hakanı Bilge Kağan, bundan 1300 yıl önce dikilen Orhun Yazıtları’nda bunlardan bahsetmişti. Çin’in Emperyal anlayışı içerisinde, tarihte ezilen kavimlere seslenerek:
“Çin milleti hilekâr ve sahtekâr olduğu için, ... ... Türk milleti il yaptığı ilini elden çıkarmış, ... ... Çin milletine beylik erkek evlâdını kul kıldı, hanımlık kız evlâdını cariye kıldı.” diyor.
Doğu Türkistan 1930’lu yıllardan beri aşırı baskıcı bir Komünist Çin rejimi altında. Çocuklar ailelerinden koparılıp askeri sistemde eğitim veren kurumlarda asimile edilmeye çalışılıyor. Erkekler, bugün tüm dünya piyasalarını ele geçirmiş ucuz Çin ürünlerinin üretildiği fabrikalarda karın tokluğuna çalışıyor. Genç kızların evlenmesi yasaklanıyor, memleketlerinde çalışmaları zorlaştırılıyor, başka eyaletlere sevk ediliyor, bizzat çalıştıkları kuruluşlarca fahişeliğe zorlanıyorlar. Bölgeye Çinlerin Han kavminden yerleşkeciler taşınıyor. Şu ana dek idam edilen suçluların %90’ı aşırı İslamcı olmak suçundan hüküm giymiş. Resmi rakamlara göre 8 milyon Türk var (gayri resmi rakamlar 20 milyonu aşıyor) ve bunlar Sünni Müslümanlar.
70 yıldır Çin hakimiyetinde türlü adaletsizlikle yönetilen bu bölgede Türkler dayanamadı, isyan etti. Global dünyada görülmemiş bir zulüm uygulanıyor. Doğu Türkistan tecrit altında. Binlerce ölü ve yaralı var. Yaralıların bakımı için uluslararası sağlık kuruluşları bölgeye alınmıyor. Gazeteciler bölgeye alınmıyor.
Yardım ulaştırmamız mümkün değil. Devletimiz bu kardeşlerimize yardım eli uzatamıyor, sesini çıkaramıyor. Uluslararası arenada bayram havası esiyor; çünkü Çin Hükümeti’nin bu zaaflarından faydalanma fırsatı doğuyor. Biz, modern Türk insanları, kanalı değiştirmek (!) dışında ne yapabiliriz?
Öncelikle bizim modern olmaktan öte bir özelliğimiz var o da kuvvetli inancımız. Batılının yapamadığını yapalım, bu kardeşlerimiz için dua edelim. Türkiye’nin 1919’dan sonra Anadolu’da verdiği mücadelede yenik çıksaydı düşeceği durum bugün Doğu Türkistan’da gözler önünde. Buradan hareketle ne güçlükler içinde olduklarını görelim. Kendi hoşgörümüzün büyüklüğünü ve değerini fark edelim.
Her şeyden önce, biz bir hoşgörü medeniyetinin mirasçılarıyız. 1001 kavmi idare ettik, hiçbirine böyle zulmetmedik.