ALDIRMA SABAHATTİN ALİ ALDIRMA
En büyük eserler aslında hep en büyük acıların ürünüdür. Belki de bu yüzden edebiyatta bunlara yaşanmışlık denir. Örneğin Orhan Veli İstanbul ‘da Boğaziçi’nde Urumeli Hisarı ‘na oturmuş oturmuş da bir türkü tutturmuş o garipliğin Orhan Velisidir. Onun garipliği, yalnızlığı ve hastalığından bir de tabi olduğu serbest akımdan dolayıdır. Beşiktaş ‘ta altında son model arabası olan bir Orhan Veli ‘ den de zaten öyle iyi şiirler çıkmaz.
Yılmaz Erdoğan deseniz yaşadığı Hakkari ile her daim okuduğu Ankara hattını su yolu yapmıştır. Belki de bu yüzden herkesin gittiğini sandığı yol ona göre bir yere gitmez,o aslında beklenilenin aksine bir durma biçimidir. Annesi ise otlu peynir kokusudur çantasında. Hayatından biri çıkıp gittiğinde bu yüzdendir herkesi ona benzetmesi. Nitekim Hırant Dink ‘in güvercin tedirginliği ya da imkansızlıklar ve yokluklar içerisinde yardımlarla okumaya çalışan Kardelenlersiz Sezen Aksu da sanatsal anlamda bir hiçtir.
Keza Fransız İhtilali öncesi öncesi sefilliği olmasa, Viktor Hugo ne Jean Valjan ‘ı ne de kısı Cosssette‘i aklına getirebilir. Fransız edebiyatı bir yana Rus edebiyatı bu nedenle bu denli zengindir. Anna Karanina ,Raskolnikov sadece çok tanınmış birer roman kahramanı değil aynı zamanda acıların çocuklarıdır. Hitler olmasa bu gün pek çok ödüllü ve dramatik film hakikaten konusuz kalır. O bir bakıma kötülüğü ile de olsa sinematografinin varoluş sebebi hatta onun en has babasıdır. Hep bir ağızdan our dear führer, he is adolf hitler olmak her babayiğidin de harcı değildir.
İşte Aziz Nesin de en büyük eserinin startını kendisine sipariş edilen ve radyo tiyatrosunda oynanacak 13 bölüm sürecek bir skecin yazım aşamasında alır. Derken oğluyla birlikte sakin bir kasabada bulur kendisini. Durmadan yazdığı bir günün akşamında dinlenmek amacıyla küçük oğluyla dışarı çıkarlar. Hava alabildiğine soğuktur. Buz tutmuş derenin yanında yalınayak oynayan fakir çocukları görürler. Çocuklardan biri yanlarına yaklaşıp para ister. Şeker alacaktır. Aziz Nesin şöyle bir çocuğa bakıp adını sorar. Çocuk adının Yaşar olduğunu söyler. İçinde bulunduğu ironiye gülsün mü ağlasın mı şaşırır. Adı üzerinde Orhan Veli ‘den hallice bir garip durumdur onlarınki. Oğlunun üstüne başına bakar bir de Yaşar ‘ın üstüne. Yaşar ‘ a yaşıyor dese durumu yaşamaktan başka her şeye benzemektedir bizim Yaşar ‘ın. Yaşamıyor dese bayağı bayağı nefes alıyordur Yaşar. O günün akabinde ortaya “Yaşar ne yaşar ne yaşamaz” çıkar. Konuyu değiştirip kimliği olmayan gariban saf Yaşar ‘ın hapse bin bir aksilik ve trajikomiklikle düşüp sonunda içeriden nasıl kurnaz ve üçkağıtçı ve eski halinden eser kalmayan bir Yaşar olarak çıkışını anlatır sonunda. Sanat yine hayatı taklit etmiştir.
Bir de çok bilinen Aldırma Gönül vardır. Edip Akbayram deyince akla gelir en çok. Ama bugünlerde Mahsun Kırmızıgül ‘ün sesiyle ve yeni düzenlemesiyle insanın içini acıtıyor daha çok. İşin en kötü tarafı bu acının sebebi yeni düzenlemenin bedliğinden ve onu icra edenin sesinden dolayı da değil elbet. Bunlar bir yana Fellini Mahsun Efendi şarkının klibinde yarı çıplak kızlar aslında hiç de alakasız bir şekilde enteresan danslar sergilerken o da Madonna vari ve Hey Mister DJ tarzı limuzinin arkasında aynı yarı çıplak kızlarla arzı endam ediyor. Acaba kendisi olanca entelliğiyle bu şarkının nasıl yazıldığını ya da içerdiği acıları hiç mi bilmiyor? Bütün o sözler kendisi için sadece gece alemini mi ifade ediyor? Şimdi bu şahsiyet de her fani gibi öte tarafa intikal ettiğinde mezarının başında hoptek hoptek kolbastı oynansa acaba hoşuna gider mi?
Nitekim şiirin sözleri faili meçhul bir şekilde ölen ve düşünce suçunun açıkça hüküm ifade ettiği ceza kanununun yürürlükte olduğu dönemde Sabahattin Ali tarafından Sinop Cezaevi ‘nin dört duvarı arasında bin bir acı ile Karadeniz ‘in deli dalgaları dışarıda cezaevinin duvarlarını yalarken,Sabahattin Ali ‘nin dertleri şaha kalkmışken görecek günlerinin olduğunu düşündüğü ,başının öne eğilmediği ama ağlamasının da duyulmasını istemediği bir sırada yazılıyor.
Biz de anlıyoruz ki öyle Yılmaz Güney gibi birkaç kere giyinmekle,bir iki film çekmekle Yılmaz Güney olunmuyor. Öyle ya siz hiç dalga geçer gibi Sabahattin Ali şiiri yorumlayan ,kızlarla limuzinin arkasında pozlar kesen dahası Orhan Veli ile Beşiktaş ‘ ta son model araba ile yarışan Yılmaz Güney gördünüz mü?
Ne diyelim Sabahattin Ali. Sen en iyisi dertlerin kalkınca şaha tıpkı bizim gibi bir sitem yolla Allah‘a, görecek günler var daha Aldırma Sabahattin Ali Aldırma sen en iyisi mi aldırma. Sen bir de Yılmaz Güney ile Fellini ‘ye bak onlar ne halt etsin?