BAZ İSTASYONUNDA GERÇEĞİN ÖTEKİ YÜZÜ
İnsan en çok neden zarar görür? Gerçeği tam olarak bilemeyen ya da bilecek durumda olamayan insanların diğer insanları gerçekler üzerinde yanlış yönlendirmesinden. Bilimsel anlamda bir dayanağı olmayan insanların kendini o işin uzmanı görüp, o konuda tamamen yüzeysel ve bilimsel dayanağı olmayan yazıları ve görüşleri asıl gerçekler gibi yansıtmasından.
Son zamanlarda, bazı köşe yazılarında, baz istasyonları öyle bir biçimde ele alındı ki, bu konuya yıllarını vermiş bilim adamları bile sanırım sınıfta kaldılar. O bilim adamları hala nasıl olayın bu kadar basit ve açıklanır olduğunu anlayamayacaklardır eminim. Çünkü yazılar da, ‘baz istasyonlarının hiçbir zararı olmadığı, her şeyin ülkemizde usulüne uygun olduğu, diğer elektronik aletlerin v.s çok daha zararlı olduğu, Avrupa ülkelerinde de aynı şekilde baz istasyonları varken, neden bizim ülkemizdekilerle uğraşıldığı ve mahkemelerin bu istasyonları kaldırmasının bile gereksiz ve yersiz olduğundan’ dem vuruluyordu. Maksadım böyle bir yazıya cevap verip, polemiğe girmek değil de, bunca zamandır bu işi yargı çerçevesinde sürdüren biri olarak, olayın bu kadar basite indirgenmesi ve bilimsel tüm gerçeklerin, yargı kararlarının hiçe sayılır görünmesidir. Bu sayede ben de bu konuda bir yazı kaleme almaya karar verdim. Böylece uzun zamandır ayrı kaldığım köşeme de dönmüş bulundum.
Fatsa Asliye Hukuk Mahkemesinde 2004/564E dosya numarasıyla başlayan ve 2006/542K numarasıyla karara bağlanan Baz istasyonunun kaldırılması davası geçtiğimiz haftalarda Yargıtay’dan son kez onanarak geldi ve karar kesinleşti. Malum, bir mahkeme karar verdiğinde bunun temyizi ve en sonunda da karar düzeltme yolu var. Sayın Osman Güvenalp’in davacı olarak açtığı ve benim de onun Avukatı olarak devam ettiğim davada son aşamaya kadar gelip, istediğimiz sonuca ulaştık. Henüz dosya karar düzeltmeden dönmeden de baz istasyonu zaten bulunduğu yerden kaldırılmıştı.
İlk Derece Mahkemesi bu kararı verirken iki kez bilirkişi incelemesine gitmiş, bilirkişiler baz istasyonu değerlerinin belirtilen limit değerlerini aşmadığını söylese de, baz istasyonunun insan sağlığını uzun vadede bozma etkileri ve geniş anlamda sağlığa zararlı olduğu görülerek, bulunduğu yerden kalındırılmasına karar vermiştir. Yargıtay da bu kararı onamış ve diğer tüm kararlarda olduğu gibi aynı yönde bir karar vermiştir. Bu davalarda insan sağlığı her şeyin üzerinde tutulmuştur. Haberleşme hürriyeti ile insan sağlığı kıyaslandığında elbette ki insan sağlığı öncelikli olarak korunmuştur. Bu davada bilimsel birçok veriye dayanılmış ve klasörlerce delil toplanmıştır. Teknik anlamda şu an anlaşılması zor birçok veriye ulaşılmıştır. Yıllara dayalı, birçok araştırmanın sonuçlarının da yeraldığı dosyamız, uzun ve meşakkatli bir araştırmanın sonunda Mahkemeye sunulmuş ve iki yıla yakın süre devam eden davada, dava sürecinde de titiz araştırmalar yapılmıştır. Bütün bunların sonucunda böyle bir karara varılmıştır. Dava dosyasında yeralan ve çok basit bir şekilde baz istasyonlarının zararlarını anlatan bir araştırmayı sizlere sunmaktayım.
Tübitak tıp danışmanı ve iç hastalıkları uzmanı, Doktor Selçuk Aslan; hazırladığı raporla, baz istasyonlarının zararlarını şöyle sıralamıştır. ‘Cep telefonları, ve baz istasyonları mikrodalgalar yayarlar. Mikrodalgalar, eloktromanyetik dalgalardır. Md’lar iki temel etki yapar. 1- Termal etki(dokuların ısınması) 2- kimyasal etki(doku hücresinin yapısının bozulması) Hücrelerde büyük moleküllerin, yani proteinlerin deforme oluşu, hücre zarlarının birbirine yapışması, hücre zarlarında delikler açılması, sinir zarlarının bozuluşu, insanda değişik etkiler yapar. Uykusuzluk, sinirlilik, unutkanlık, depresyon, baş ağrısı, ve dönmesi, gibi etkiler ve beyin hastalıkları görülebilir. Mikrodalgaların kanser yapıcı üç etkisi vardır. Birincisi, kendisi kanser yapar. İkincisi, kanser yapıcı maddelerin hücreye girişini hızlandırır. Üçüncüsü ise, varolan ama gizli kalmış kanserin gidişini hızlandırır. Doktor Selçuk Aslan’ın da belirttiği gibi, mikrodalgalar hücre yapısını bozmaktadır. Ayrıca, kanser oluşumuna zemin hazırladığı gibi, varolan kanserin kötüye gidişini de hızlandırmaktadır.’
Bunun gibi nice bilimsel araştırmacı, bu konuda hassas araştırmalarını ortaya koyuyor ve mahkemeler de bu araştırmalar neticesinde böyle kararlara imza atıyor. Bilimsel konularda ancak ve ancak o konuda bilimsel, hukuki, ya da sosyolojik boyutta araştırması olan insanlar gerçek manada konuşabilmelidir. Herkesin bir fikri ve bilgisi tabiî ki olabilir. Fakat bu bilgileri ve fikirleri yüzde yüz doğrular olarak aktarıp, insanları bu yönde inandırmaya çalışmak ve bazı bilimsel gerçeklerin peşinden gidip, tamamen hukuksal boyutta mücadele eden insanları da karşısına alıp, boşa uğraşan insanlar olarak göstermek, toplum adına zararlı ve yanıltıcıdır. Maalesef toplumumuzun en büyük yarası, bilime ve gerçeğin bilimsel yoldan arayışlarına balta vuran insanların yaklaşımlarıdır. Bu yaklaşımlar, araştırmayı, doğruyu bulmayı, ilerlemeyi engeller ve geciktirir. Fakat nihayetinde gerçek öyle ya da böyle bizi bulur. Dünya dönmüyor; yuvarlak değil, tepsi gibidir dense de; dünya almış başını hızla dönmekte, eskiler bizleri çok uzaklardan seyretmekte. Sevgili okurlarım sizlerle yeniden buluşmak da tarifsiz bir mutluluk bu böyle biline….