VEZİRİN REZİLİ
Vaktin birinde vatandaşın birinin ineği hastalanıverir. O da ne yapsın son çare arar aklına gelen ne kadar ilgili gördüğü devlet kurumu varsa. Bu süreç devam ederken bir süre sonra Mal Müdürlüğü ‘ ne bir telefon gelir. Az önce arayan ve ne dediği bir türlü anlaşılamayan vatandaş aramıştır yine. Telefondaki memura “müdür beyin gelmesine gerek kalmadı benim hayvan iyileşti” deyiverir. Ne bilsin gariban, Mal Müdürlüğünün gerçekte ne işle iştigal ettiğini?
Velhasıl vatandaş bu ne yapacağı hiç belli olmaz. Tabii dolayısıyla başına ne geleceği de. Yine vaktin birinde Polis Radyosu ‘ nun istek hattı tarihinin en hararetli ve hareketli günlerini yaşamaktadır. Aklı evvel, sözde cin, doğulu bir vatandaş arayıp imalı bir şekilde “dağlara gel dağlara” isimli güzide türküyü isteyiverir. Aradan geçen sürede bu sefer bir polis memuru arar radyoyu. Onun isteği daha manidardır. Kendisi biraz önceki istek sahibi için “dağlar seni belik belik delerim, kalbur alır toprağını elerim” isimli türküyü isteyiverir. Ama vatandaş hakikaten aranmıştır.
Yine bir grup vatandaşın günün birinde eylemi gelmiştir. Meydan dolar, izinsiz yasadışı gösteri başlar. Senaryo ve beklenen görüntü aynıdır. İtişip kakışmanın ardından polis göstericilerin bir kısmını polis aracına alır. Orada da gösterici vatandaş rahat durmayınca polis müdahaleye mecburen artan şiddetle devam eder. Bu pata küte görüntüler haber bülteninde verilirken fonda Ankaralı Namık‘dan meşhur “arabada beş, evde on beş, hoşuna da giderse bendensin” şarkısı çalmaktadır.
Ama polis memurlarının çilesi hakikaten bitecek gibi değildir. Bir başka gün vatandaşın biri, sırf bankamatikten para çekebilmek için park ihlali yapıp önünde durduğu ATM‘den para çekmeye başlar. Bu sırada trafik polisinin telsizden dolby digital sesi duyulmaktadır. “Arkadaşım 100 milyon fazla çek,trafik cezası yazdım” diye anons etmektedir vatandaşına. Ne de olsa vazife her yönüyle kutsaldır.
Yine başka bir gün polis, sağ-sol olaylarının zirve noktasının yaşandığı günlerde bir hücre eve baskın yapar. Aşırı sol takılan gençlerin bulunduğu bu hücre ev diye tabir edilen mekanın duvarının bir köşesinde komünizmin babalarından Karl Marx ‘ın sakallı, fiyakalı bir resmi asılıdır. Ne bilsin okuldan taze çıkmış polis memuru? Gençlere bakıp “ayıp ayıp hadi utanmadınız arlanmadınız,ulan şu duvardaki nur yüzlü rahmetli dedenizden de mi utanıp sıkılmadınız” deyiverir. Karl Marx ‘ı gençlerden birisinin dedesinin resmi sanmıştır ne yapsın? Öyle ya polis memuru sakıncalı yayını okuyup da ne bilsin? Adı üstünde sakıncalı.
Komiser Şekspir filminde ana fon Avrupa standartlarına kısmen meyilli, şeffaf karakol konsepti açılımına kısmen uzak mesafede yakın bir karakoldur. Komiser rolündeki Kadir İnanır ve amiri olduğu polis memuru arkadaşlar bir gösteriden taze topladıkları öğretmen arkadaşla son derece yakınen ilgilenmektedir. Sesleri duyan komiserin tesadüfen yan odada bulunan kızı aniden içeri grip “baba ne yapıyorsunuz” diye sorunca komiser de gayet ciddi “seviyoruz” yanıtını veriverir.
İşte devlet ile vatandaşı arasındaki sevgi tam da buna benzer. Malum kedi de sevdiği ciğeri yerden yere vurmaktadır. Ama dedik ya vatandaşın sağı solu hakikaten belli olmaz. Bir bakmışsınız “oy yoksa, hizmet de yok bebişim” diyenine “hizmetini de al git” diyebilir. Öyle ya devletin bizatihi zirvesi öyle yan gelip yatılacak bir yer de değildir. Bu çılgın Türkler kağnıyla demiri yenip, kaybettiği maçın doksanıncı dakikasında attığı altın golle galibiyet bile alabilir. İş ki muhtaç olduğu kudreti damarlarındaki asil kanda bulmaya görsün.
Bir bakmışsınız adınızı göklere yazdırmış, arasına sevgisini kondurmuş, üstüne yıldız çaktırmış,size harbi bir sürpriz yapmış bile olabilir. Ne de olsa vezirlik ile rezillik arasında çok ince bir çizgi vardır.